Yüzbinlerce öğretmenin sabırsızlıkla beklediği düzenleme geliyor Yüzbinlerce öğretmenin sabırsızlıkla beklediği düzenleme geliyor
Türk Eğitim-Sen olarak tüm fedakâr, cefakâr, ilim ve irfanı hayatının merkezine alan öğretmenlerimizin ve eğitim çalışanlarımızın 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyoruz. Ülkemizin kurucusu, başöğretmenimiz Büyük Önder Atatürk’ü saygı, minnet ve özlemle anıyoruz. Şehit öğretmenlerimizi de elbette unutmuyoruz. PKK tarafından 1993 yılında evi basılarak katledilen Neşe Alten’in, 2017 yılında Batman’da terör saldırısı sonucu şehit olan Aybüke Yalçın’ın, yine 2017 yılında kaçırılıp katledilen Necmettin Yılmaz’ın ve tüm şehit öğretmenlerimizin acısını hala yüreğimizde hissediyoruz. Onlara çok şey borçluyuz. Şehit öğretmenlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad, mekânları cennet olsun!

24 Kasım’ın elbette tarihi önemi vardır ve bu tarihi süreç aslında Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarına kadar uzanmaktadır. Bilindiği gibi yokluğa, yoksulluğa, teçhizat eksikliğine rağmen milletimiz, İnönü Savaşları’nda, Çanakkale’de, Sakarya Meydan Muharebesi’nde, Kurtuluş Savaşı’nda, Büyük Taarruz’da ve daha nice savaşta dünyanın en büyük güçlerini dize getirmiş, en acımasız, en sömürgeci devletlerine boğun eğdirmeyi başarmıştır. Emperyalizmin alt edildiği kurtuluş mücadelesi nihayetinde Cumhuriyet ile taçlanmıştır. Bu kutlu mücadele, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte daha da anlamlı hale gelmiştir. Cumhuriyetin ilanının ardından hızlı bir kalkınma sürecine girilmiş; eğitimden, sağlığa, tarımdan, sanayiye, teknolojiye kadar birçok alanda önemli atılımlar yapılmıştır. Eğitim alanında yapılan en önemli inkılap 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen yeni Türk harfleridir. Yeni harflerle okuma-yazma öğretilmesi için tüm yurt çapında seferberlik başlatılmıştır. 24 Kasım 1928 tarihinde Millet Mektepleri açılarak, milletimize yeni harflerle okuma-yazma öğretilmesi sağlanmıştır. Millet Mekteplerinin açılışı ile birlikte Büyük Önder Atatürk’e “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanı verilmiştir. Bu anlamda Millet Mekteplerinin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki önemi büyüktür. Atatürk’ün Başöğretmenlik unvanını kabul ettiği gün olan 24 Kasım, 1981 yılından itibaren Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk eğitimi çok önemsiyor, hatta “Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır.” diyerek, eğitimin önemine vurgu yapıyordu. Sadece 1928-29 döneminde kentlerde ve köylerde açılan dersliklerinden toplam 597 bin 10 kişi belge almıştır. Eğitim seferberliği sonucunda, 1927 yılında Türkiye’de okur-yazarlık oranı yüzde 10.5 iken, bu oran 1935 yılında yüzde 20.4’e yükselmiştir. İşte Millet Mektepleri o dönemde çok önemli bir rol üstlenmiş ve bunu layıkıyla yerine getirmiştir.

Bu noktada önemli günlerde bu ülkenin kurucusu ve başöğretmenimiz Atatürk’ün adını anmayan gafillerden de söz etmek istiyorum. Birtakım eğitim sendikaları dahi Atatürk’ün adını anmaktan imtina ediyorlar. Nitekim bu güruhun yayınladıkları 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlama mesajlarında da gördük. Atatürk’ü seversiniz, sevmezsiniz Cumhuriyet’in kuruluş yıl dönümünü kutlarken, Cumhuriyet’in ilk Cumhurbaşkanı’ndan nasıl söz etmezsiniz? Bunların içinde öyle tedavi edilemez bir nefret var ki, emin olun, Atatürk ve kahraman yol arkadaşlarının İzmir’de denize döktüklerinde dahi bu derece kin ve nefret yoktur. Bunlar yine 10 Kasım’da da aynı tutumu sürdürdü. Hatta bazı şube müdürleri Atatürk’e hakaret içerikli sosyal medya paylaşımlarında bulundu. Bu tipler Atatürk’ün sağladığı zeminde şube müdürlüğü yapıyorlar. Dolayısıyla bu yapılan gaflet ve ihanet olduğu kadar nankörlüktür de. Atatürk’e karşı bu pozisyonu alanları telin ediyorum.

Atatürk’e hakaret fikir hürriyeti değildir. Dünyanın hiçbir ülkesinde o ülkenin kurucusuna bu kadar rahat hakaret edilemez. Bu tiplerin derdi aslında sadece Atatürk değil bu topraklardaki Türk varlığıdır. Devletimizin kuruluş felsefesi ve milletimizin azim ve inancı Atatürk ismi üzerinde sembolleşmiştir. İşte bundan dolayı Atatürk’e saldırıyorlar. Bu noktada ülkemizin kurucusu Atatürk’e hakaret edenlere de devlet yetkilileri kayıtsız kalmamalıdır. Cumhuriyet savcılarını göreve davet ediyoruz. Atatürk dehası asırları aşan bir liderdir. O’nun ortaya koyduğu hedef ve ilkeler hala devletimizin vizyonuna istikamet tayin etmektedir. Atamız mazlum milletler tarafından da örnek alınmaktadır. Şunu herkes bilsin ki; gaflet ve ihanet içerisinde olanlar ne yaparsa yapsın milletimizin Atatürk’e olan sevgisi ve duası eksilmeyecek.

ÜLKEMİZDE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ VE ÖĞRETMENLERİMİZ GEREKEN DEĞERİ GÖRÜYOR MU? SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLİK GİBİ UYGULAMALARIN BU DEĞERE ETKİSİ NEDİR?

Öğretmenlik mesleği ne yazık ki ülkemizde gereken değeri görmüyor. Eğitim çalışanlarımız ciddi bir itibar kaybı yaşamaktadır. Bunun sonucu olarak eğitim çalışanlarına yönelik şiddet her geçen gün daha da artmaktadır.  Öğrencilerini çocuklarından ayırmayan, imkânı olmayan öğrencilere yardım eli uzatan bu öğretmenlerimiz hiç hak etmedikleri halde saldırıya uğramış ve hatta öldürülmüştür. Öte yandan yine onlarca öğretmenimiz, eğitim çalışanımız her yıl öğrencileri ya da velileri tarafından fiziksel, sözlü, psikolojik şiddete uğruyor. Eğitimciler sustukça saldırılar artıyor.

Başta öğretmenler olmak üzere eğitim çalışanlarının hakir görülmesi, horlanması, öğretmenlik mesleğinin küçümsenmesi, etkisiz ve yetkisizleştirilmesi, öğretmenlerin mülakat ile alınması, torpilli yönetici görevlendirmeleri, motivasyonu azaltan uygulamalar, ekonomik, özlük ve sosyal yönden hak gaspları ülkeyi yönetenlerin eğitim çalışanlarının itibarlarını sarsıcı açıklamalar yapması bugünkü tabloya zemin hazırlamıştır.  Bütün öğretmenlerimizin kaybettiği itibarını kazandırmak için çalışmalar yapmalıyız. Bu noktada ülkemizi yönetenlere büyük görevler düşmektedir.

Eğitim çalışanlarına yönelik şiddeti artıran unsurlardan birisi de, şiddeti uygulayan kişilerin cezalandırılmayacakları ya da önemsenmeyecek bir yaptırımla karşılaşacakları düşüncesidir. Eğitim çalışanlarına yönelik şiddete asla hoşgörü gösterilmeyeceği, aksine şiddet suçlarının mutlaka cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ve kamu sağlığını bozduğu için de ayrıca cezalandırılacağı düşüncesinin oluşturulması hükme bağlanmalıdır. Eğitim çalışanlarına yönelik şiddetin önüne geçmek amacıyla “Şiddeti Önleme Kanunu” hazırlanmalıdır. Şiddet olaylarında şikâyet söz konusu olmadan savcılık kamu davası açmalı, eğitim çalışanı devreden çıkmalıdır.

Öğretmenlerin farklı türde istihdam edilmeleri de öğretmenlerin itibarının azalmasında ciddi bir etkendir. Öğretmenler odasında kadrolu, sözleşmeli ve ücretli öğretmenler bulunmaktadır. Bu durum verimi azalttığı gibi iş barışını da bozmaktadır. Ücretli öğretmenlik başlı başına bir sorundur. Türk Eğitim-Sen olarak geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında yaptığımız ücretli öğretmen araştırmasına göre sadece 74 ilde 83 bin 783 olduğunu tespit ettik. 81 ili göz önünde bulundurursak bu rakamın 100 bine ulaştığını görebiliriz. Bir ücretli öğretmenden ne kadar verim alabilirsiniz? Aylık kazancı asgari ücreti bulmayan, hiçbir hakka, hukuka, güvenceye sahip olmayan ücretli öğretmenler öğrencilere ne ölçüde katkı sunabilir? İki yıllık meslek yüksekokulu mezunlarının bile ücretli öğretmenlik yaptığı göz önüne alındığında ücretli öğretmenlerle okullarımız başarıyı nasıl yakalayabilir, eğitimde çağ atlama hedefine nasıl ulaşabilirsiniz?

Öte yandan 2011 yılında kaldırılan sözleşmeli öğretmen uygulamasının 2016 yılında mülakatla birlikte geri getirilmesi ve 2016 yılından beri hükümetin yaptığı her alımı sözleşmeli olarak gerçekleştirmesi eğitim hayatımız için önemli bir problemdir. Sözleşmeli öğretmenliğin zorluklarını tüm kamuoyu yakından bilmektedir. Eşlerin birbirinden ayrıldığı, çocukların anne babalarına özlem duyduğu, özlük ve ekonomik haklar açısından sorunlu olan sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son verilmesi gerekmektedir. Sayın Bakan’dan rica ediyoruz, bu aile dramlarına son versin. Sözleşmeli öğretmenler eşlerine, çocuklarına kavuşsun. Aklı, fikri ailesinde olan öğretmenden verim bekleyemezsiniz.

Öğretmenlerin motivasyonlarını yandaş kayırmacılığın bozması, eğitimde en büyük sorun olarak liyakatsiz, ehliyetsiz insanların iş başına getirilmesini görmeleri de üzerinde ciddiyetle durulması gereken hususlardır. Liyakatsiz insanlar yöneticilik makamlarına getirildikçe, ahbap-çavuş ilişkisi ön planda oldukça, biat kültüründen beslenenler el üstünde tutuldukça eğitimde hiçbir zaman hedeflenen başarıyı, verimi, huzuru yakalayamayız. Bakınız; Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yönetici mülakatlarında güvenlik soruşturması temiz olan adaylara mülakat puanı olarak yazılı sınav puanının verileceğini söylemişti. Sözlü sınav sonuçlarına baktığımızda, Bakan Selçuk’un sözünde durduğunu görüyor ve kendisine teşekkür ediyoruz. Ancak konuyla ilgili mevzuatta bir düzenleme yapılması zorunludur. Zira Bakan Selçuk bugün mülakat puanı olarak yazılı sınav puanı verilmesine yönelik talimatta bulunurken yarın başka bir Bakan keyfi bir uygulama yapabilir. Nitekim bunun örneklerine geçmişte fazlasıyla tanık olduk. Yazılı sınavdan çok yüksek puan alan yönetici adayları mülakatta çok düşük puanlar verilmek suretiyle elendi, bir sendikanın üyeleri kayırılarak, işin ehli olup olmadığına bakılmaksızın yönetici olarak görevlendirildi. Yapılması gereken yasal düzenleme bellidir: Torpilin öncelendiği, yandaşların kayırıldığı, hak etmeyenlerin makamlara getirildiği, sendikaya, ideolojiye, siyasi tercihlere bakıldığı yönetici atamalarında mülakat ivedilikle kaldırılmalı, görevlendirmeler sadece yazılı sınav sonucuna göre yapılmalıdır. Ayrıca MEB teşkilatının tüm hücrelerine kadar arındırılmaya ihtiyacı vardır. Unutulmamalıdır ki; hakkaniyetli atamalar yapılırsa okullarımız, kurumlarımız şeffaf yönetilir; başarı ve verim sağlanır. Zira proje okullarına yönetici atamalarında da hiçbir kriter aranmamaktadır. Proje okullarına yöneticiler Yönetici Atama Yönetmeliğine tabi olmadan atanıyor. Türk Eğitim-Sen olarak bir araştırma yaparak, proje okullarına atanan yöneticilerin sendikal haritasını çıkardık. Buna göre, Türkiye genelinde 940 proje okulunun müdürünün 829’unun bir sendikanın üyesi olduğunu tespit ettik. Bu, tüm eğitim çalışanlarına hakarettir. Milli Eğitim Bakanlığı yönetici atamalarında olduğu gibi proje okulları için de adım atmalıdır. Proje okulları Uganda’nın okulları değil Türkiye’nin okullarıdır. Dolayısıyla yönetici ve öğretmen atama sisteminin Milli Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama Yönetmeliği’ne tabi olması gerekir.

YILLARDIR TERÖR ÖRGÜTÜ PKK TARAFINDAN ALÇAKÇA ŞEHİT EDİLEN VE EN SON GÜNDEME GELEN SEÇİL ÖĞRETMEN GİBİ BİRTAKIM TEHDİTLERE MARUZ KALAN NİCE ÖĞRETMENLERİMİZ HAKKINDA NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?

Nasıl unutalım kalleş PKK, 26 Ekim 1993 tarihinde Bismil’in Çavuşköyü İlkokulunda öğretmenlik yapan ve henüz 21 yaşında olan Neşe Alten’in evini bastı ve henüz 26 günlük öğretmen iken Alten’i babasıyla birlikte katletti. Aybüke Yalçın, 9 Haziran 2017’de Batman’ın Kozluk İlçesinde çapraz ateşe maruz kaldı. 22 yaşındaki Yalçın, henüz 8 aylık öğretmendi. 16 Haziran 2017’de sömestr tatili için memleketine giden Necmettin Yılmaz Tunceli’de kaçırıldı ve katledildiğinde 24 yaşındaydı. Tüm bu yaşananları unutacak mıyız? Elbette hayır.

Bu minvalde terörle mücadeleye verdiğimiz tam desteği bir kez daha iade etmek istiyorum. Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı Harekâtı önemli harekâtlardır. Bu operasyonlarla amaç terör tehdidinin ortadan kaldırılarak, bölgemizde ve ülkemizde huzurun sağlanması, Suriyeli mültecilerin sağ salim evlerine dönmeleridir. Bu noktada yanı başımızda yaşananlara gözümüzü kapatmamız mümkün değildir. Dolayısıyla sendikamız terörle mücadelede amansız, tereddütsüz devletimizin yanındadır.

MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİMİZİN, BİRÇOKLARININ SÖYLEDİĞİ GİBİ, BAKAN DEĞİŞTİKTEN SONRA İYİYE GİTTİĞİNE KATILIYOR MUSUNUZ? EĞİTİM SİSTEMİMİZİN ŞU ANKİ VAZİYETİNİ NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Öğretmen yetiştiren bir öğretmen olan Sayın Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olması eğitim camiasında heyecan uyandırmıştır. Sayın Selçuk’un göreve ilk geldiği andan itibaren olumlu tutum ve söylemleri, öğretmenleri ve eğitim çalışanlarını önemseyen yaklaşımı, paydaşlarla ortak hareket etme isteği bizleri mutlu etmektedir. Bu heyecanın, çalışanların motivasyonunu artıran adaletli bir yönetim anlayışı ile devam etmesi aslolandır. Bakan’ın ortaya koyduğu öğretmen ve çalışan odaklı tutumunun, MEB’in merkez ve taşra teşkilatlarındaki yerleşik anlayışa da en kısa sürede sirayet etmesi gerekirken ne yazık ki bunu henüz göremedik.

Bilindiği gibi Sayın Selçuk Eğitim Vizyonu Belgesi’ni açıkladığında yönetici atamalarında mülakatın kaldırılacağı ifade edilmiştir. Bu söz henüz yerine getirilmemiştir. Oysa ülkemiz 15 Temmuz felaketi yaşamıştır. Devletimizin refleksi, milletimizin devletimizin yanında saf tutmasıyla bu felaket bertaraf edilmiştir. Bu ülkeyi 15 Temmuz’a götüren nedenlerin başında kamu gücünün bir gruba mensubiyet üzerinden tanzim edilmiş olması gelmektedir. MEB’e bağlı kurumlardaki yöneticilerin çok büyük bir çoğunluğu bir sendikaya mensubiyetleri üzerinden tayin edilmiştir. Özellikle MEB taşra teşkilatı sendika/vakıf/cemiyet görünümlü çetelerin tahakkümü altındadır. Bu kirli yapının ortadan kaldırılması lazımdır.

MEB’in bazı -sözde- STK’larla yaptığı protokollere binaen “değerler eğitimi” adı altında bilmem hangi cemiyetin, derneğin, vakfın temsilcileri okullarda cirit atıyor. Bu durum yeni FETÖ’lere zemin hazırlar. MEB’in değerler eğitimi noktasında kaygılı olmasını takdir ediyoruz, destekliyoruz. Ancak MEB kendi öğretmenine güvenmelidir. MEB’in öğretmeni bu eğitimi vermelidir. Bakanlık olarak aciz miyiz ki, dışarıdan hizmet satın alıyoruz? Ayrıca bu noktada şu çağrıyı da yapmak isterim: MEB, değerler eğitimi ile ilgili illa bir partner arıyorsa, Türk Eğitim-Sen’e gelsin. Çünkü “Bizim ilkemiz, önce ülkemizdir” şiarını düstur edinmiş olan sendikamızın her bir üyesi, her durum ve koşulda sadece devlete sadakat gösterir. MEB gereğini yerine getirerek, bu protokolleri gözden geçirmeli ve değerler eğitimini kendi öğretmenlerinin vermesini sağlamalıdır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SAHİP OLMASI GEREKEN EĞİTİM SİSTEMİ NASIL OLMALIDIR? TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN EĞİTİM POLİTİKALARINDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

Ülkemizde sistemler sürekli değişmektedir. Her yapısal değişikliğin etkisinin kısa, orta ve uzun vadeli olumsuz sonuçları vardır. Ülkemizde bakan ömrü de ortalama 1.2 yıldır. Dünyada bu kadar yönetimsel ve yapısal değişiklikler olan bir ülke yoktur. Örneğin Ak Parti iktidarı döneminde 20’den fazla değişiklik yapılmıştır. Son olarak liselere giriş sisteminde yapılan ani değişiklik eğitimde ciddi kayıplara yol açmaktadır. Düşünebiliyor musunuz; aynı partinin iktidarı döneminde liselere giriş sınavı dahi 4 kez değiştirilmiştir. Yine sınava kısa bir süre kala üniversiteye girişte yapılan değişiklikler öğrencilerin motivasyonlarını bozmuş, puanlamada da ciddi hatalara neden olmuştur. Ya da 2012 yılında 4+4+4 sisteminin paydaşlara danışılmadan getirilmesi 40 bin öğretmenin norm kadro fazlası olmasına yol açmıştır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Programlar geliştirilmek yerine değiştirilmektedir. Ülkemiz eğitim sisteminde bir bakıma “yıkıcı yenilik” yaşanmaktadır.

Ayrıca Türk eğitim sistemindeki en önemli sorunların başında “milli” olmamak gelmektedir. Türk Milli Eğitiminin amaçları arasında  “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” yer almaktadır. Bu noktada eğitimin milli olması çok önemlidir. Diğer ülkelerde başarılı olduğu varsayılan model veya uygulamaları, ülkemiz eğitim sisteminde aynen uygulamaya kalkmak doğru bir yaklaşım değildir. Ülkemizde planlanan ile uygulanan program arasında çok fark bulunmaktadır. Örneğin Finlandiya eğitimde başarılı diye o ülkenin eğitim süreçlerini taklit etmenin anlamı yoktur. Başka bir ülkenin kullandığı sistemleri, modelleri ülkemizde uygulamak her zaman başarılı olmayacak ya da kısmen başarılı olacaktır. Montessori, Waldorf, PYP, MYP, IB, STEM vb. yerine kendi modellerimiz, yaklaşımlarımız olmalıdır. Milli olmak demek evrensel ilke ve kriterlerden uzaklaşmak değildir. Evrensel ilke ve değerler ile milli birikim ve beklentilerimizi birleştirerek bir eğitim modeli ortaya koymak zorundayız.

Öte yandan Büyük Atatürk’ün, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” sözü çok önemlidir. Ancak vatanını bilen, tarihini özümsemiş, kültürünün, inançlarının, örf ve adetlerinin bilincinde olan çocuklar geleceğimizi omuzlayabilirler. Dolayısıyla milliliği eğitim sistemimize dahil etmek en öncelikli sorumluluğumuzdur. Hatırlarsanız Fransızlar Hatay’ı işgal ettiğinde okulların eğitim dillerini Fransızca yapmıştı. Bu eğitimin nasıl güçlü bir silah olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca dünya ülkeleri eğitim ile atılım yapmakta, çağ atlayabilmekte, ayrıcalıklı bir konuma sahip olabilmektedir. İşte bu nedenledir ki, eğitimin milli olması gerekir.

Ders kitapları kesinlikle en zayıf halkalardan birisi konumundadır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın onayından geçen ders kitapları ve yardımcı kaynak olarak yeterli denetim ve incelemeden geçmeden öğrencilere ulaşan kitaplar belki de son 15 yılda eğitimde reform gibi görülen pek çok çabanın amacına ulaşmasını engelleyen en temel değişkenlerdendir. Ders kitapları profesyoneller tarafından yazılmalı ve öğrenme sürecinde öğrenciye rehberlik edecek pedagojik detayları içermelidir.

Son LGS tercihlerinin ardından Anadolu liselerinin kontenjanları öyle dolmuştur ki, bu sorun maalesef ikili öğretime geçilerek aşılmaya çalışılmıştır. Bu da sağlıklı bir eğitim-öğretim ortamından uzaktır ve MEB’in 2019 yılının sonuna kadar tüm okullarda tekli eğitime geçileceği hedefiyle taban tabana zıttır. Ayrıca ekili eğitim demek, bu okullarımızdaki öğretmen ihtiyacının da iki katına çıkması demektir.

Sizinle ülkemizdeki eğitimin durumunu tespit etmek amacıyla bazı rakamlar da paylaşmak istiyorum. 137 ülke arasında ülkemiz; ilkokul niteliğinde 3,1 puanla 105’inci sırada; ilkokul kayıt oranında % 94,1 ile 82’nci sırada; yükseköğretimde 4,8 puanla 48’inci sırada; ortaöğretimde eğitimin niteliğinde 3,1 puanla 101’inci sıradadır.

Eğitime ayrılan bütçe son 12 yılda 6 kat artmasına rağmen öğrenci başına düşen harcama hala OECD ortalamasının altındadır. Öğrenci başına harcanan para OECD ortalaması 10.000 dolar iken, ülkemizde bu rakam 4.500 dolar civarıdır. Bu noktada yapılması gereken husus eğitime daha çok yatırım yapmak, bu konuda tasarrufa gitmemektir.

İşte tüm bu hususlara öncelik verirsek, eğitim sistemlerinde kalıcı ve yapıcı değişiklikleri başarırsak, eğitimde kalite verimi yakalayabilir, öğrencilerimizi de sisteme kurban etmeyiz.
Musa Akkaş
Türk  Eğitim  Sen Genel Başkan Yardımcısı